(ANKARA) - CHP Genel Başkanı Özgür Özel, erken seçim tartışmalarına ilişkin; "Erdoğan'ın görev süresinin tam ortasında bir şey konuşacağız, çok net. Bizim kimseden korkumuz yok. Sayın Erdoğan’ın yeniden aday olup bizim onu yenerek bu sürecin tamamlanmasını CHP ve Türkiye demokrasisi açısından sağlıklı görürüm. O yüzden Sayın Erdoğan seçildiğinden -2023’ün Mayıs’ında seçildi- 2 buçuk yıl sonra, 2025’in sonlarına denk geliyor, 2026’nın baharı olsun. 2026’nın baharında en geç koysun sandığı kendisine güveniyorsa, millet kararını versin. 360’ı birlikte geçirelim gelecek senenin kasımında ya da takip eden martta o iki buçuk yıl kasımdan biraz ileriye gidiyor ama bence kasımda yapabiliriz bunu, gelecek senenin kasımında sandığı koyalım, insanlar bu kadar sıkıntıdayken. Erdoğan da aday olsun" dedi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Halk Tv'de İsmail Küçükkaya ile Yeni Bir Sabah programına katıldı. Özel, Küçükkaya’nın gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Özel, bugünkü Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz sorusuna, şu yanıtı verdi:

"Bugünkü Türkiye’de hem büyük bir hüzün, artık öfkeye dönüşmüş bir ruh hali ama bir yandan da umut var. Hüzün, özellikle geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy vermiş insanlar hele hele son seçimde son bir kez oy vermiş insanlar yani efendim işte tekrar oralara gelip uzun uzun anlatmak istemem ama bir takım montaj videolar kullanılarak ülkenin kurucu partisine birtakım terör örgütleri ile ilişkilendirerek, olur olmaz ithamlarla son bir kez oy istedikleri insanları yüzüstü bıraktılar. Çünkü ne demişlerdi? ‘Biz asgari ücrete gerekirse üç ayda bir zam yapacağız, sizi enflasyonu ezdirmeyiz’ demişlerdi. Bu temmuzda, yani yılda dört kez zam yapmayı taahhüt etmişlerdi seçimden önce, bir kez bile zam yapmadılar. Ve asgari ücretliyi maalesef enflasyona ezdirdiler. Bugün saat 10’da yenisi açıklanacak. Emekli maaşı 10 bin liraydı çok düşüktü ve emekliler maaşlarını da bir iyileştirme bekliyorlardı. O beğenmediğimiz ki beğenilecek tarafı yok 10 bin TL, ocak ayında 25 kg kıyma alırken şimdi 20 kg kıyma alıyor. Yani 10 bini 12 bin 500 yaptılar ama 20 kg kıyma alıyor. İnsanlar bir kere derin yoksulluk halinde. Perişanlar. Fotoğraflar var ya pazarda atılmış olanları toplayanlar, çöp konteynerlerini arayanlar. Bir derin yoksulluk var. İnsanların doğmuş çocuklarına çocuk bezi alamayıp altına naylon bağladıkları bir sürecin içindeyiz. Eskinin orta direği, eskinin tek maaşlı memurları, efendim orta gelir grubunda olan esnafları artık onlar yoklar. Çünkü öyle bir maaş alıyorlar ki aldıkları maaşı kiraya verirlerse aç kalıyorlar, karnını doyuracak olsa sokakta kalıyorlar. Bu yüzden büyük bir umutsuzluk, büyük bir hüzün... Artık öfkeye dönüşen bir hüzün var. Ama umutsuzluk eskisi gibi değil. Çünkü 31 Mart seçimlerinin sonuçları herkese bu iktidarın değişebileceğini, hatta değişmekte olduğunu, artık iktidar değişimi için gün saygımızı görüyor.

"İktidar tükenmişlik sendromunda, ne yapacağını bilemiyor"

Özel, "22 yıllık çizdiğiniz Türkiye fotoğrafı içerisinde iktidarı nasıl değerlendiriyorsunuz" sorusuna ise şu yanıtı verdi:

Düzce Melen Köprüsü'nde feci son! 1 ölü Düzce Melen Köprüsü'nde feci son! 1 ölü

"İktidar tükenmişlik sendromunda, ne yapacağını bilemiyor. İçeride çok seslilik var, hani deyim yerindeyse her kafadan bir ses çıkıyor, kimse kimseyi ikna edemiyor. Herkes Sayın Erdoğan’ı bir tarafa çekmeye çalışıyor. O yüzden de duygu durumları dalgalı, kararları birbiriyle çelişkili, bir günleri bir günlerine uymuyor. Öyle görüyorum. Bu da bir siyasi parti için iyi bir durum değil. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi herhalde tarihinin en büyük türbülansını yaşıyor. Yani 17-25 Aralık sürecinde, MİT tırlaları meselesinde çeşitli çalkantılar yaşadılar veya partiden partinin kurucularından örneğin, partinin Erdoğan’dan sonraki başbakanının görevden alınması, daha sonra istifa edip… Hepsinde evet sıkıntıları vardı ama bu kadar bir türbülansın içinde değillerdi. Büyük bir türbülans var. Ama burada bazı öneriler Türkiye’de çok şey kaybettiriyor. Bence Sayın Erdoğan’a da kaybettiriyor ama o benim işim değil. Onu kendi değerlendirecek. Örneğin Instagram’ın kapatılması gibi ya da sadece bir sokak röportajında bir şeyler söyleyen işte Dilruba’nın alınıp da kadın cezaevine atılıp ibreti alem için 20 gün 22 gün hapiste tutulması gibi. ‘Biz sertleşmeliyiz’ diyenlere uyduğu sürece Erdoğan, Türkiye de kaybediyor Erdoğan da kaybediyor. Can Atalay’a yapılanlar mesela şöyle bir şey olabilir mi? Anayasa diyor ki Anayasa Mahkemesi kararları herkes için bağlayıcı. Meclisi de özel saymış. Karar vermiş. Meclis toplanmış yapılacak iş şu, ‘Anayasa Mahkemesi yaptığımız işlemi yok hükmünde gördüğünden Can Atalay milletvekilidir demesi’ gerektiği yerde tertip almışlar. Alpay Özalan gibi birisi geliyor o meseleye kan ve şiddet karıştırıyor ki biraz önce söylediginiz gibi meselenin özü değil, bu konuşulsun. Bu yüzden dün arkadaşlarıma da söyledim. Bütün milletvekillerine. Bütün yöneticilerimin, bütün üyelerimizin son derece dikkatli olması lazım. Her şeyi baştan sona çarpıtmaya ve bunu istismar etmeye. Yapacak bir şeyleri kalmamış. Fakat şunu söyleyeyim. Enflasyonu düşüremiyor, işsizliği bitiremiyor, bu derin yoksulluğa bir çare bulamıyor, insanlara bir umut veremiyor. O yüzden gündemi kendisi için elverişli yerlere çekip başka şeyler konuşulsun istiyor. Bir kere çok dikkatli olmak lazım. Önce bu adayı tartışmalarıyla ilgili bir şey söyleyecegim, öncelikle şu, sürekli Türkiye’de bir çatışma olsun ve biz buradan eski gücümüze kavuşalım. Maalesef Erdoğan’ı şuna ikna etmişler. Evet açsın, yoksulsun, işsizsin ama tehlike büyük o yüzden bizim partiye vermelisin. Niye? Yoksa bayrağı indirecekler, yoksa vatanı böldürecekler, yoksa ezanı susturacaklar. Şimdi şu görüldü ki 31 Mart’ta biz Türkiye İttifakı’yla kazandık. Ay yıldızlı al bayrak renklerimiz dedik. Kırmızı beyaz en büyük Türkiye diyerek kazandık. Biz Türkiye’nin bütün demokratları, sosyal demokratlar, muhafazakar demokratlar, milliyetçi demokratlar ve Kürt demokratlar hep beraber kazandık. Dedik ki milli takım gol atınca sevinenlerin hepsi bizdendir. Ha milli takım yabancı takımla maç yaparken başkasını tutanlarla zaten işim yok benim. Ama efendim bütün Kürtleri bölücü gören, bütün muhafazakarlara gerici gören, bütün milliyetçileri faşist gören bir anlayış bizde yok. Biz demokratız, onların ve Türkiye’nin bütün demokratlarıyla birlikte olmamız lazım. Türkiye’nin kurtuluşu bu. Çünkü Türkiye’nin bütün demokratlarının dedeleri bu toprakların altında, 30 Ağustos’u yeni geçtik, Dumlupınar’da ya da Çanakkale’de, Conkbayırı’nda koyun koyuna kefensiz yatıyorlar.

"Bu yemini ederlerken kaçıp da etmeyen varsa gidip onu tutup atacaksın oradan"

Teğmenler meselesinde bu kadar doğal bir şey de yani teğmenler kılıçlarını birbirine vurup yıllardır edilen bir yemini birkaç yıldır ettirilmemesi ayıp, neye yemin ediyorlar? Atatürk'e bağlılığa, ülkeye bağlılığa, bayrağı bağlılığa... Bir ülkeyi bölmek isteyenlere karşı kılıcımız keskindir diyor ya. Buna kızıyor adam. Bu yemini ederlerken kaçıp da etmeyen varsa gidip onu tutup atacaksın ordudan. Çünkü Mustafa Kemal’in askerleriyiz demiş? Ne diyecek ya. Trikopis‘in askerleriyiz mi diyecek? Tam 31’i, büyük zaferin yıl dönümü, Dumlupınar dediğin ne? Başkomutanlık Meydan Muharebesi. Atatürk bizzat Ankara’dan gizlice Afyon’a geçiyor, bütün hazırlıklarını karargahta tamamlıyor. 26’sında taarruz emri veriyor, bizzat kumanda ediyor. O yüzden başkumandan. Bunun yıl dönümünde tarafını belli edeceksin. Diyor ki Mustafa Kemal’in askerleriyiz. Karşıda Trikopis’in askerleri var, size ne oluyor? Bundan Atatürk’ü samimiyetle seven, bu ülkeye samimiyetle bağlı olan kimse rahatsız olmaz. Bir tek şey var bundan ‘keşke Yunan kazansaydı diyen’ var ya ona inananlar, onun peşinden gidenler, onun müritleri. Belki şöyle o Atatürk’e zerre muhabbet besleyen, ne ölüme ne dirime demişti ya. İşte dirisini ziyarete gidip ölüsüne bakan yollayanların herhalde orada bir tereddüdü var demektir yani. Ama şunu da görmek lazım. Biz bu meselelerde en net tutumu takınmalıyız ama bizim bunların istediği alanda kavgaya tutuşup orayı uzatmamız esas meseleyi kaçırıyor. Bunlar bu gibi tartışmalarla yoksulluğu örtmeye çalışıyor. Esas mesele tabii ki yoksulluk. İnsanlar geçinemiyor, şimdi öyle bir şey ki 'bir gündem yaratalım günlerce bunun üzerine konuşalım.'

"Görev talebim CHP’nin genel başkanı olmak. Başka hiçbir şey yok"

İlk siz sordunuz. Bir daha da sormadınız. Özgür Bey cumhurbaşkanı adayı mısınız? Ne olur? Ben dedim ki ‘Bu tartışmalar için çok erken ancak dedim ben aday değilim.’ Ben tam sizin bu durduğunuz yerde 31 Mart gecesi bu salona döndüm ve dedim ki bu bir zafer değil. Bu bir başarı, bu bir fırsat. Atatürk’ün partisini yapılacak ilk genel seçimlerde iktidar yapma fırsatımız vardır. Bunun için çalışacağız dedim. Herkese bir görev düşüyor burada. Bana düşen görevi ne? Kişisel hırs ve ihtiraslara kapılıp her şeyi berbat etmeden, kendimle ilgili bir kariyer planı girmek yerine ülkeyle ilgili bir kurtuluş planı kurmak. Bunun yolu şu, ben kafama, kendime siyasi bir hedef koyarsam o hedefe giderken bir sürü yanlış yapabilirim ve insanın gözü görmez. Bu ihtirastır. Ben baştan kendime şunu söyledim. Sizin soruyu sorduğunuz günde, ben genel seçimleri kazandığımız akşam orada teşekkür konuşmasını başına nasıl 31 Mart akşamı dedim ki CHP 7 yıl sonra Türkiye’nin birinci partisi. Bu da TRT’ye sürprizimiz olsun. TRT ekranlarına bakın dedim. Benim ilk genel seçimlerde burada akşam dokuzda o gün işte, 24 yıl sonra CHP bugün Türkiye’de iktidarı değişmiştir, CHP 50-52 yıl sonra yeniden iktidara gelmiştir. Bundan sonra yeni bir süreç başlıyor deyip o günün müjdesini verip birkaç saat sonra da partinin önünde otobüsün üstünden partinin ışıkları sonuna kadar yanarken, yine partinin bahçesi, bütün sokaklar sonuna kadar dolmuşken dönüp de seçimi biz kazandık ama kimse kaybetmedi. Türkiye’de yeni bir dönem başlıyor, kimse ama kimse geçmişte verdiği oydan, parti üyeliğinden falan korkmasın. Herkesi kucaklayacağız, Türkiye’yi hep birlikte ayağa kaldıracağız. Yolsuzluk yapan, haksızlık yapan varsa hesap verir. Ama bugünden itibaren Türkiye 83 milyonu birdir, bütündür. CHP iktidarı hayırlı olsun, bu sadece partimizin değil Türkiye’yi seven herkesin iktidarıdır diyeceğim günü bekliyorum. Görev talebim CHP’nin genel başkanı olmak. Başka hiçbir şey yok."

"Ata'nın huzurunda el sıkışmayan genel başkan fotoğrafında olmak istemem"

Özel, “Normalleşme nereye doğru evrildi? Bazı partililer Erdoğan zirvede bırakmalı diyor. Erdoğan nasıl şu anda” sorusunu da yanıtladı. Özel, şöyle konuştu:

“Benim bir başka siyasi partinin genel başkanı hakkında doğrudan bir değerlendirme yapmam nezakete sığmaz. Benim izlediğim, ben de bunların hepsini okuyorum. Ama esas burada şöyle bir şey var; siyaset iyilikle kötülükle falan filan değil. Ülkeye ne getiriyorsunuz ne götürüyorsun? Onunla ilintili bir şey. Bugün Erdoğan’ın bu bizim normalleşme dediğimiz kendisinin önce yumuşama dediği şimdi artık kendisinin de normalleşme dediği süreci bir doğru tarif etmemiz lazım. Normalleşme dediğinizde gidip koalisyon görüşmesi yapmak değil, gidip geçmişteki hataları günahları paylaşmak değil. Normalleşme şu; bu ülkenin insanları, ben hep meseleye şöyle bakarım, Manisa’nın Hacıaliler köyü var, anneannemin doğduğu köy. Orada bir Ak Partili var, bir CHP’li var. Bunlar oturuyorlar, bazen tartışıyorlar ama iyi günlerinde birbirlerine gidiyorlar, davetiye veriyorlar. Kötü günlerinde acılarını paylaşıyorlar. Bazen siyaseten tartışıyorlar ama kahvede yan yana oturuyorlar. Bayram sabahı el sıkışıyorlar. Ben oradaki CHP’linin temsilcisiyim. Sayın Erdoğan da Ak Parti'nin temsilcisi, biz vekiliz asıl olan onlar. Asıllar sokakta el sıkışmayıp birbirini cenazesine gitmeyip, birbirinin iyi gününde bile birbirine hakaret etmediğine göre vekillerin, genel başkanların bunu yapmaya hakkı yok. Ben Ata'nın huzurunda el sıkışmayan genel başkan fotoğrafında olmak istemem.

"Düşünce özgürlüğüne, bir gencecik kadının sırf mikrofonla konuştu diye içeriye atılmasına itirazım var"

Biz kavgada güçlü olamayız, kavga ilkelliktir. Küfür ilkelliktir. Burada şunu söylemek istiyorum; Dilruba meselesi var. Dilrubayı aldılar, hapse attılar. Gerekçe konuşmak. Ben buna temelden karşı çıktım. Hatta baktım salmıyorlar ayağımın da bu durumu vardı bir Ege gezisi planlayıp Dilruba’ya da uğradım ve ziyaret ettim. O gün Dilruba’ya şunu dedim; 'Dilruba senin burada olman çok yanlış, sen genç bir Cumhuriyet kadını olarak özgürce konuşabilmelisin. Sana bunun yapılması çok yanlış. Ama sen ama mahkemede ama mikrofonda söylediğin ifadelerin Türkiye’de insanların kalbini kırmış olduğunu fark ettiğini, bundan üzüntü duyduğunu söylemelisin.' Dilruba dedi ki; 'Özür mü dileyeyim Özgür Bey mahkemede?' Büyük ihtimalle avukatları da önermiştir. Dedim ki; 'Tutukluluğun sona erer senin zaten' dedim. Sen dedim serbest kalmak için değil, ama bir çok insan seni yanlış anladı, sen konuşurken bazı ifadeleri söyleyeyim derken ağzından çıkan bazı sözler olumsuz anlaşıldı, senin böyle bilinmeni de istemem. Bu iki taraftan, bir taraf adına konuşan, sen söyleyensin onlar cezalandıran. Ama bir de onların oy veren kitlesi var, kendilerine söylenen sözden alınmış olabilirler. Bunu bir yerde düzelt ama ben çıkınca bunu söylemeyeceğim. Ben çıkıp da Dilruba yaptıklarından pişmandır dersem bu Dilruba’ya da haksızlık, düşünce özgürlüğünü savunan herkese haksızlık. Ama dedim sen günü gelince serbest kaldıktan sonra münasip lisanla düzelt. Benim önerim bu.’ O da dedi ki, ‘Özgür Bey ben zaten kimseye kötü bir şey söylemek istemedim orada küfüre yordukları kelimelerin anlamı şudur, ben onu öyle dedim. Ama yine de yanlış anlaşıldı.’ Dilruba konuştuğundan pişman değil, cesaretinden pişman değil, altı ay daha yatsa pişman değil. Ama Dilruba insanları kırmak istemediğini kendisi söylüyor. Tabii şöyle bir şey var. Dilruba’yı gecenin bir yarısında bırakmışlar. Ve o da tepki çekti. Dediler ki Dilruba’yı getiriyoruz fuara. Dilruba’nın gelmesinde bir sorun yok, gecenin bir yarısında sokağı bırakmışlar, ona karşı bir sahiplenme hissetmiş İzmir’deki arkadaşlar, getirdiler. İçerideki odada da dedim. ‘Hoş geldin nasıl bir açıklama yaptın aman dedim güzel açıklamalar yapalım, sen çok önemli bir noktaya geldin şimdi Türkiye’de. Hem dik durdun, serbest kaldın ama buradan sonra yapacağın açıklamalar kıymetli olur’ dedim. Hatta orada işte sözlerimin arkasındayım falan demiş ben oraya bile biraz mahsurlu gördüm çünkü önceki sözlerinde de mahsurlu ifadeler var. Şimdi bakıyorum birtakım işte bu normalleşmede Ak Parti tarafından rahatsızlık var. ‘Efendim Özgür Özel Dilruba’nın söylediği sözlere sahip çıktı.’ Ben düşünce özgürlüğüne, bir gencecik kadının sırf mikrofonla konuştu diye içeriye atılmasına, gecenin bir yarısında da sokağa sanki alındığı yere bırakıyormuş gibi, bir evine kadar götürecek bir aracı yok mu koskoca bakanlığın, bırakılmasına itirazım var."

"Vatandaşın derdini, dermanını görmeyip kavgayla oyalamaya çalışan, cambaza bak diyen her aktör bedel ödeyecek"

Özel, normalleşme süreci bitti mi sorusunu da şöyle yanıtladı:

“Hayır aksine kökleşiyor. Bakın normalleşmenin kökleşmesi şundan. Sakın yanlış anlaşılmasın. Hiç iyi niyetimden de bir şeyim yok, ben yaptım ondan oldu da demiyorum. Ama eskiden o kadar gergindi ki Türkiye. Örneğin siyasi liderler hastalanır, siyasi liderler ameliyat olur veya lince uğrar. Düşünün yani Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na linç girişiminde bulunuldu, iktidar kanadından bir tane geçmiş olsun olmadı. Bir lidere yumruk attılar, muhatapları geçmiş olsun telefonu açmadılar mesela. Şimdi ben dedim bana düşer, yılbaşında hepsini aradım. Bayramda hepsini aradım. Her biriyle görüştük. Sonuçta ne oldu biliyor musunuz? Ayağım kırıldı ilk telefon Sayın Bahçeli’den geldi. Kötü mü? Ne Sayın Bahçeli yanlış yapıyor ne ben yanlış yapıyorum. Sayın Bahçeli insanlığın, centilmenliğin, siyasi nezaketin gereği beni aradı ‘geçmiş olsun’ dedi. Neredeyse bütün liderlerle konuştuk. Bunun nesi kötü? Eskiden Anıtkabir’de birbirinin elini havada bırakan lider görüntüleri vardı. Bu olmaz, bu doğru değil. Normalleşme kökleşiyor, neden kökleşiyor? Sayın Erdoğan bir yandan Türkiye’ye germeye çalışan bir sürü işin içinde ama konuşma metinlerinde normalleşme mesajları veriyor. Çünkü vatandaş satın aldı bunu, vatandaş benimsedi. Bundan sonra bu vatandaşın derdini, dermanını görmeyip kavgayla oyalamaya çalışan, cambaza bak diyen her aktör bedel ödeyecek."

"Bugün yeni Anayasa yapmanın şartlarını ortadan kaldırdı Erdoğan"

Özel, "Türkiye yeni Anayasa'ya hazır mı" sorusuna da "Türkiye dediğimiz 83 milyonsa, bunu 83 milyona sorun üç milyon kişi 'benim en önemli meselem anayasa, ben bir anayasa istiyorum' demez. Türkiye'nin sorunu şu; Türkiye anayasa yapabilmek için, anayasa demek toplumsal mutabakat metni demek. Toplumsal mutabakat metni toplumun mutabakatıyla olur. Türkiye'nin önce toplumsal mutabakata ihtiyacı var. Onu sağlarsak yazmak kolay. Anayasaya ihtiyaç var mı? Bence var. Neden var? Ben bir kere Türkiye'nin güçlü bir parlamentoyla yönetilmesini, katı kuvvetler ayrılığını, mahkemelerin bağlayıcılığının daha da net yazılmasını, bunlara uymayanlarla ilgili bunların hiçbiri anayasa olmadan olmaz. Aslında yeni bir anayasayı hepimiz Erdoğan'dan çok istiyoruz. Ama bugün yeni anayasa yapmanın şartlarını ortadan kaldırdı Erdoğan. Niye? Mevcut Anayasa'ya uymadığı için. Bugün mevcut Anayasa'ya uyuyor olsa daha iyisini hep birlikte konuşuruz. AYM kararlarına uymayıp, birinci derece mahkemesine AYM'yi ezdirip, Yargıtay AYM kavgasında devlet başkanı olarak müdahale edip o uyuşmazlığı çözüp AYM'nin haklılığını tescil edeceğine Yargıtay'ın o zamanki tutumunun arkasında durarak büyük bir kaosu tetikleyen birisi, seçilmiş milletvekilini hapiste tutulan birisi, AYM kararlarına uyulmamasını savunan birisi nasıl tutacak da bizimle yeni ynayasa yapacak. Benim Erdoğa'a tek şartım şu; gel mevcut Anayasa'ya harfiyen uy, geleceğini konuşalım ama gelecek Anayasa'ya harfiyen uymanın da o Anayasa'nın içine en net teminatlarını koymak lazım" yanıtını verdi.

"Bizim Erdoğan’ı yenmemiz ve Türkiye’nin önünde yeni bir demokrasi sürecini, yeni bir kalkınma sürecini başlatmamız lazım"

Özel, "Seçim sizce ne zaman" sorusunu da şöyle yanıtladı:

"Erdoğan'ın görev süresinin tam ortasında bir şey konuşacağız, çok net. Bugün Türkiye'de seçimlerin yenilenmesinin iki yolu var; bunlardan birincisi Erdoğan'ın gitmesi. İkincisi Meclis'in 360 milletvekiliyle seçimleri yenilemesi. Seçimlere Erdoğan giderse bir daha aday olamıyor. Yani seçimleri yenileme yetkisi var Cumhurbaşkanının ama yenilerse dönemi dolduğu için bir daha aday olamıyor. Ancak meclis 360 ile yenilirse son bir kez aday olma hakkı var. Çünkü Yüksek Seçim Kurulu’nun bu yönde kararı var geçen seçimde. ‘Bu ikinci dönemidir’ dedi, ikinci döneminde meclis 360 kişiyle yenilerse son bir kez aday olma hakkı var, YSK’nin son kararına göre. Görev süresi 5 yıl. Bizim kimseden korkumuz yok. Sayın Erdoğan’ın yeniden aday olup bizim onu yenerek bu sürecin tamamlanmasını CHP ve Türkiye demokrasisi açısından sağlıklı görürüm. O yüzden Sayın Erdoğan seçildiğinden -2023’ün Mayıs’ında seçildi- 2 buçuk yıl sonra, 2025’in sonlarına denk geliyor, 2026’nın baharı olsun. 2026’nın baharında en geç, koysun sandığı kendisine güveniyorsa, millet kararını versin. 360’ı birlikte geçirelim gelecek senenin kasımında ya da takip eden martta o iki buçuk yıl kasımdan biraz ileriye gidiyor ama bence kasımda yapabiliriz bunu, gelecek senenin kasımında sandığı koyalım, insanlar bu kadar sıkıntıdayken. Erdoğan da aday olsun. Ben şunu istemem; Erdoğan 23 yıl kazandı kazandı kazandı, aday olamadı gitti. Olsaydı belki kazanacaktı. Öyle bir şeyi Türkiye siyasi tarihinde bırakmak istemem. Bizim Erdoğan’ı yenmemiz, eğer aday olma imkanı varken oluyorsa kazanmamız ve Türkiye’nin önünde yeni bir demokrasi sürecini, yeni bir kalkınma sürecini başlatmamız lazım."

"Yönetim sistemi, oradaki hazırlığımızda güçlendirilmiş parlamenter sistem"

"Seçimi kazanırsanız parlamenter sisteme dönecek miyiz" sorusu da Özel şöyle yanıtladı:

"Kesin, net. Ben bunu şöyle hep ifade ediyorum; insanlar son zamanda bunu çok fazla duymadıkları için, sanıyorlar ki CHP bundan vaz mı geçti? Aksine şöyle anlatayım; biz geçen seçimde neleri doğru yaptık neleri yanlış yaptık baktık. Geçen seçimde şu hatayı yapmışız, tek başımıza da değil bütün ittifak ortaklarımızla. Biz güçlendirilmiş parlamenter sistem lafını kullanmışız, benimsemişiz, akılları kazımışız ama o kadar ağırlıklı olarak onun üzerinde durmuşuz ki başka alanlardaki hazırlıklarımızın üstünü örtmüş. Sanki şuna dönmüş vatandaştaki algısı; CHP tarımdaki sorunları nasıl bitirecek? Güçlendirilmiş parlamenter sistem. Dış politikayı yönetebilecek misiniz? Güçlendirilmiş parlamenter sistem. Türkiye’nin savunma ile ilgili, savunma sanayisi ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Güçlendirilmiş parlamenter sistem. Milli eğitim? Güçlendirilmiş parlamenter sistem. Vatandaşın aklında bazen iletişimde bir işin dozunu kaçırırsanız, bir şey o kadar ağırlıklı olarak yerleşir ki geri kalan hiçbir ses duyulmuyor. Biz bu dönem bunu yapmak yerine tarım, fıstık, çay, buğday, mitingleriyle ve her miting sonunda ne yapıyorum? Sorunlar bunlar, peki çözümler diyorum. Bu kadar sorun varsa çaresi CHP, deyip önerilerinizi sayıyorum. 

Bana sorarsanız yönetim sistemi, oradaki hazırlığımızda güçlendirilmiş parlamenter sistem. Türkiye’yi güçlendirilmiş parlamenter sisteme yönetmeyi vaat ediyoruz ama her soruya bu cevabı vermiyoruz veya sadece onun iletişimini yapmıyoruz. Altılı Masaya da haksızlık. 2 bin 300 madde ortak mutabakat metni var. Akılda kalan tek şey güçlendirilmiş parlamenter sistem. Anadolu’daki köye gidince ‘adam karnım nasıl doyacak deyince güçlendirilmiş parlamenter sistem karın doyurmuyor’ diyor. O yüzden vatandaşa derdini nasıl çözeceğimizi anlatıp meraklısına Türkiye’yi nasıl yöneteceğimizi anlatmamız lazım. İktidar olduğumuzda o gün geçemeyiz güçlendirilmiş parlamenter sisteme. Bir anayasa değişikliğine ihtiyaç var. Bir geçiş dönemi olacak, o dönem Cumhurbaşkanımızın hangi yetkileri nasıl kullanacağı, bu sistemin getirdiği bir takım yetkiler elbette kullanılacak. Büyük bir enkaz var, bu rejimi, bu güçlü parlamento dediğimizi koca koca dozerlerle yıktılar. Bir kısmı bu yıkıntıyı, bu ortadaki yıkıntıyı alıp o güçlü dozerleri ile temizleyip ondan sonra demokrasi yeniden inşa etmek gerekecek.

"Geçen ay 61’di bu ay 51 deyip de sakın vatandaşın asabını bozmasınlar"

Özel, enflasyonun yüzde 51,97 olarak açıklanmasını da şöyle değerlendirdi:

"Beklendiği gibi, hatta beklendiğinin biraz üstünde ama şöyle söyleyeyim; geçen ay 61’di bu ay 51 deyip de sakın vatandaşın asabını bozmasınlar. Baz etkisi diye bir şey var. Geçen sene bu ayda o kadar çok enflasyon çıkmıştı ki geçen sene Temmuz ayında. Şimdi Temmuzu geride bıraktığımızda baz etkisiyle düşüyor gibi görülüyor. Ama bugün ENAG’ın rakamları 3,47’yken, 2,4 açıkladılar. ENAG’ın yıllık enflasyonu yüzde 90’ken, 51 açıkladılar. Vatandaşa şunu soralım; geçen seneden bugüne fiyatlar yüzde 90 mı arttı, yüzde 50 mi arttı? Fiyatların yüzde 90 arttığını herkes söylüyor. Şu anda TÜİK, Tayyip Beyi Üzmeyen İstatistik Kurumu yüzde 50 açıklamış. Ama ENAG, bağımsız hocaların kurumu da yüzde 90,35 açıklamış. Bu aradaki 40 ne oluyor? Bu aradaki 40 emeklinin ve memurların, çalışanların cebinden çalınan para. Çünkü zam resmi enflasyon rakamına göre veriliyor. Gerçek enflasyon yüzde 90. Bence esas Türkiye’nin üstünde durması gerektiği konu bu; TÜİK rakamları baz alındığı için devlet TÜİK’te manipülasyon yapıyor. Enflasyonu onlar 50 gösterince sen 50’ye göre zam alıyorsun ama kasap yüzde 90’a göre zam yapıyor."

"Yarın Şimşek’i yollar fırtınayı getirir"

Özel, "Mehmet Şimşek'ten sonra da TÜİK'in rakamları eskiden olduğu gibi oynanıyor mudur ya da şüpheli, şaibeli olabilir mi değerlendirmeniz" sorusunu da; "Mehmet Şimşek diye biri yok. Mehmet Şimşek’e verilmiş rol var. Çünkü şundan dolayı. Hepsi aynı kalemden atanıyorlar. Eskisinde de benim ben diyordu Sayın Erdoğan. Bugün de benim ben diyor. Yarın Şimşek’i yollar fırtınayı getirir. Önemli olan Adalet ve Kalkınma Parti'si bir bütün halinde vatandaşı enflasyona ezdiriyor. Bunu TÜİK eliyle de manipüle ediyor. TÜİK yüzde 50 değil 90 olarak bulsa rakamı yüzde 40 fazla zam alacak insanlar. İnsanların cebinden bu sayede, bu yöntem ve manipülasyonla para çalıyorlar. O yüzden bunu görmek lazım. İkincisi şu anda TÜİK’in dediği enflasyon geçen ay yüzde 60’tı. Bu ay yüzde 50. Enflasyon hayat pahalılığı demek değildir. Fiyat demek değildir. Enflasyon hayat pahalılığının artış hızı demektir."

"Mehmet Şimşek diye bir bağımsız aktör yok"

Özel, "Mehmet Şimşek ve uygulamaları başarı ihtimaline siz nasıl bakıyorsunuz" sorusu üzerine de şunları söyledi:

“Mehmet Şimşek diye biri yok. Recep Tayyip Erdoğan diye biri var. Sayın Erdoğan, külliyede etrafındaki bir ekiple birlikte bazı kararlar veriyorlar. O kararları uygulattırıyorlar. Bugün ülke bu hale geldiyse Tayyip Erdoğan sayesindedir, yarın bu ülke ne hale gelecekse Tayyip Erdoğan sayesindedir. Mehmet Şimşek diye bir bağımsız aktör yok. Varmış gibi pazarlıyorlar. Öyle biri yok. Hepsi Tayyip Beyin kaleminin mürekkebinden çıkıyor. Aksi takdirde bu duruma gelmemiz Tayyip Beyin sorunu değil, önceki bakan irrasyoneldi. O bakanı atayan da Erdoğan, Nas var Nas deyip faizleri artırmayan da Erdoğan. Sürdürülemez hale gelince de açıkçası tükürdüklerini yalamamak için bakanı değiştirip politika değiştiriyorlar"

"Kılıçdaroğlu, özellikle kadınlarla ve gençlerle attığımız adımın doğru olduğunu söyledi"

"Kılıçdaroğlu ve Yavaş ile görüştünüz. Orada neler konuşuldu?" sorusuna da şu yanıtı verdi:

"Her şey konuşuldu. Birçok şeyi birden değerlendirdik. Genel bir Türkiye fotoğrafı çektik hep beraber. Zaten orada hiçbir uzlaşmazlığımız yok. Yani Sayın Genel Başkan da biz de bu hükümetin Türkiye'yi iyi yönetmediğini, ilk seçimlerde bu iktidarın değişmesi gerektiğini, onun için de CHP'nin iyi olması gerektiğini konuştuk. Birtakım risk alanlarını konuştuk. Biraz önceki bahsettiklerinizden ben de şikayetçiyim Sayın Kılıçdaroğlu da şikayetçi. Yani bir kere yerimize konuşanlar. Kemal Bey de sanki Kemal Bey bir şey diyormuş gibi ve ya sanki Kemal Bey'in öyle bir görüşü varmış gibi yerine konuşanlardan Kemal Bey de şikayetçi. Ben de partide sanki bir sorun varmış gibi, eski genel başkanla yeni genel başkan arasında çelişkiler varmış gibi gösterilmesinden ben de şikayetçiyim. Zaten o konuda kim yapıyor bunu, niye yapıyor, ne niyetle yapıyor o konular da da çok ciddi bir şekilde Mansur Bey de diyor ki; ‘bu iktidarın tek umudu kalmış bizi birbirimize düşürmek. Biz kenetlendiğimizde millet bizi bekliyor’ diyor. Bu ortak tespitte birleştik zaten. Önümüzdeki tüzük kurultayı noktasında ben kapsamlı bir bilgi verdim Sayın Genel Başkanıma. Çünkü bir ham hazırlıklar var. Sonra yaptığım bir sunumun özetini verdim ama şunu da ifade ettik; İstanbul, Ankara il danışma kurulu kendisiyle yaptığımız görüşme dün bu binada PM ve milletvekilleriyle yaptığımız toplantı sonuçlarının da dercedileceği bir taslağımız olacak. O son taslağı da hazır olduğunda Sayın Genel Başkanla bir daha paylaşacağım. Tüzük konusunu konuştuk. Sayın Genel Başkanın geçmişteki tüzük önerileri vardı. Onların teklifin içinde bulunduğumu ifade ettim. kendisine bir eksik görüp görmediğini söyledim. Dedi ki; metni yeniden aldıktan sonra üzerinde çalışırız, tekrar bakarız dedi. Özellikle kadınlarla ve gençlerle attığımız adımın doğru olduğunu söyledi. Son derece keyifli bir toplantı gerçekleşti."

"Çok güçlü bir vakıf kurmalıyız belki o vakfın başına Sayın Kılıçdaroğlu geçmeli"

"Birincisi burada bir genel merkez var. Bir de Kılıçdaroğlu'nun bir ofisi var. Bunu çok kaşıyorlar. Ben devir-teslimde genel başkana dedim ki; ‘Sayın genel Başkanım eğer bu binada bir ofis arzu ederseniz başımla beraber ama genel başkanın düne kadar genel başkan olarak geldiği binaya partide bir genel başkan varken o tarz gelip gitmeyi her gün yapmayı istemeyeceğini düşünürdüm ve bu çok anlaşılır bir durum. Bunun için dışarıda bir ofis tutarsanız, isterseniz biz o konuda üzerimize ne düşerse yaparız. Buradan istediğiniz personeller varsa görevlendiririz. Çünkü sizin köşeye çekilmemeniz, evde kalmamanız, siyasete katkı sağlamanız lazım’ dedim. Kemal Bey de ‘Bir ofis düşünüyorum ama ben ayarlayacağım’ dedi. Biz orayı partiye karşı ayrı bir siyaset odağı olarak değil partinin saygın 13 yıl boyunca görevini yapmış, görevinden demokratik bir şekilde ayrılmış, bize emeği olan, hala katkı sağlayan birisinin katkı sağladığı bir yer olarak görüyoruz. Orada hiçbir kompleksimiz yok.

Mesela çok güçlü bir vakıf kurmalıyız belki o vakfın başına Sayın Kılıçdaroğlu geçmeli. Bunlar çok önemli işler. Avrupa'da bu kadar önemli işler yapmış siyasetçiler bir dakikada emekli oldum, küstüm oynamıyorum yapmıyor zaten. Anı yazıyorlar, kitap yazıyorlar. Kendisi söylemişti; bir vakıf fikri var onu da düşünüyorum diye söylemişti. Hangisini yapsa çok doğru olur ve katkı sağlar.

Geri kalanında da şunu söyleyeyim; Hani futboldan gidiyorsak, Mansur Bey, Türkiye’nin en önemli takımlarından birinde çok başarılı bir oyuncu. Ekrem Bey bir diğerinde başarılı bir oyuncu. Her hafta onların başarıları konuşuluyor spor programlarında. Bizim bir de milli takımımız var. Biz onların en başarılarına milli takımı davet ediyoruz. Orada da daha önce de dedim, sol açıkta Ekrem Bey var, sağ açıkta Mansur Bey var. Bu bizim takımın gücü. Ekrem Bey kendi takımında başarılı olunca bu Mansur Beyi üzmez. Aksine güçlendirir. Der ki bizim takım galiba daha da güçleniyor. Mansur Beyin başarısı da Ekrem Beyi teşvik eder. O yüzden birbirlerine rakip değiller. Belki Ankara ve İstanbul belediyeleri belediyecilikte pozitif rekabet içinde olabilir ama hepsi birden milli takımda aynı formayı giyiyorlar. Bu kadar net.

Mesela Ekrem Bey ve Mansur Başkan uzaktan el sıkışıyor olsalar ben korkarım o işten. Bunlar birbirine sarılıyorlar. Birlikte olimpiyata gittik. İkisi de çok akıllı insan. Şunu biliyorlar; eğer bu iktidar bir dönem daha kazanırsa ne Mansur ne Ekrem ne Özgür var. Ama biz iktidar olursak yönetecek o kadar çok alan var ki geçiş döneminde kim Cumhurbaşkanı olmuş kim olmamış bence hiçbir önemi yok. En doğrusunu en yüksek oyu alacak, üyelerin üzerinde tam mütabakat sağlayacak hiç tartışmasız bir ismi belirleriz ondan sonra Türkiye'yi hep birlikte yönetiriz."

 

Kaynak: anka