HABER: EDDA SÖNMEZ - KAMERA: MEHMET ÇALPAR
(İSTANBUL) - İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, “Yüzde 70’leri bulan ticari kredi maliyetleri ve miktarsal kısıtlamalar altında üretimi ve yatırımları sürdürmek kolay değil. Bugün yaşanmakta olan süreç, son OVP’de elde edilen başarı için özel sektörün büyük fedakarlıklar yaptığını ortaya koymaktadır. Bu fedakarlığın belli bir sınırı var. Dolayısıyla yeni OVP’de reel sektörün uzun yıllardır elde etmiş olduğu kazanımları riske sokmayacak, dayanma ve mücadele gücünün limitlerini zorlamayacak bir bakış açısının oluşturulması gerektiğini özellikle ifade etmek istiyorum" dedi.
İSO Meclisi’nin 2024 yılı ağustos ayı olağan toplantısı ‘OVP Bir Yılını Tamamlarken Türkiye’de Üretim Hayatının Değerlendirilmesi’ ana gündemi ile yapıldı. İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan’ın açılış konuşmasını yaptığı toplantıda Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Kurucu Direktörü Prof. Dr. Güven Sak, Ekonomi Gazetesi Köşe Yazarı Alaattin Aktaş, ROTA Portföy Başekonomisti Özlem Bayraktar Gökşen ve Peninsula Corporate Finance Kurucu Ortağı, Stratejist Fatih Keresteci’nin katılımıyla bir de panel düzenlendi.
Fiyat istikrarının bozulmasının kısa sürede finansal istikrarı da tehdit eder boyuta ulaştığını kaydeden Erdal Bahçıvan, “Kendimizi büyük bir fiyat kaosunun içinde bulduk ve neredeyse bir hafta sonrasını bile öngöremez hale geldik. Tüm bunlar yalnızca satın alma gücünün ve refahın değil, maalesef ticaret hayatındaki etik değerlerin de ciddi şekilde aşınmasına yol açtı” dedi.
Erdal Bahçıvan, sözlerine 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlayarak başladı. Bahçıvan, “Bir ayın daha geride kalmasına sayılı günler kalmışken; milletimiz her yıl olduğu gibi coşkulu bir kutlamaya hazırlanıyor. Cuma günü, tarihimizin en önemli zaferlerinden birisi olan 30 Ağustos Zafer Bayramımızın 102’nci yıl dönümü. Atatürk’ün ulusumuza armağan ettiği, birlik ve beraberliğimizin sembolü olan bu değerli bayramın kıymetini iyi bilmeliyiz. Bu anlayış eşliğinde bu toprakları bizlere vatan yapan aziz şehitlerimizi bir kez daha saygı ve rahmetle, gazilerimizi de minnetle anıyorum” dedi.
Bahçıvan, geçen yıl eylül ayında ekonomi için bir yol haritası Orta Vadeli Program’ın (OVP) açıklandığını hatırlatarak ve ekonomi yönetimindeki makas değişikliğine vurgu yaptı ve şunları söyledi:
"Bayramımızın kıymetini iyi bilmeliyiz"
"Geçen yıl Eylül ayında ekonomimiz için bir yol haritası özelliğine sahip Orta Vadeli Program açıklanmıştı. 2018 yılından itibaren dengeleri giderek sarsılan ve nihayetinde ekonomide öngörü yapmanın neredeyse imkansızlaştığı, rasyonelliğin kaybolduğu bir sürecin sonunda son OVP yürürlüğe girmişti. OVP’nin bir yılını doldurmasına az bir zaman kaldı ve yeni OVP’nin hazırlıkları da tamamlanmak üzere. Üretim hayatımız üzerinden bir durum değerlendirmesi yaparak; nereden nereye geldiğimizi, bundan sonra neler yapılması gerektiğini tartışmamızın, yeni OVP arifesinde çok yararlı olacağını düşünüyoruz. Burada önemle vurgulamak isterim ki uzun vadeli bir üretim planı yapmak, muhtelif riskleri üstlenmek, istihdam ve refah yaratmak için sürekli mücadele etmek hiç kolay değil. Ekonomi yönetimi; attığı her adımla güven vermeli, reel sektörün yanında olduğunu göstermeli, üretim çarklarının daha verimli ve istikrarlı bir şekilde dönmesine de katkı yapmalıdır.
"OVP’deki temel makro hedefler tutarlılık göstermeli"
Kabul etmemiz gerekiyor ki geçtiğimiz yıllarda OVP’lerin iddialı hedefleriyle tüm kesimlerde beklenti ve heyecan yaratmasına rağmen, bunun kısa sürdüğüne ve istenen sonuçların alınamadığına sıklıkla tanıklık ettik. Bu durum bazen açıklanan hedeflerin gerçekçiliği konusundaki kuşkuların giderilememesinden, bazen de muhtelif sebeplerle uygulamada ortaya çıkan sıkıntılardan kaynaklandı. OVP’nin rolü, sadece gelecek yılın bütçe kanununa ve gelecek üç yılın ekonomi politikalarına temel oluşturmakla sınırlı değil. Aynı zamanda reel sektöre, finans dünyasına ve kamuoyuna verdiği sinyallerle ekonomik beklenti ve davranışları da etkiliyor. Maalesef güven kaybının nelere mal olacağının somut örneklerinden birini, halen geride bırakmaya çalıştığımız enflasyonist dönem bize net bir şekilde gösterdi. Fiyat istikrarının bozulması kısa sürede finansal istikrarı da tehdit eder boyuta ulaştı. Kendimizi büyük bir fiyat kaosunun içinde bulduk ve neredeyse bir hafta sonrasını bile öngöremez hale geldik. Tüm bunlar yalnızca satın alma gücünün ve refahın değil, maalesef ticaret hayatındaki etik değerlerin de ciddi şekilde aşınmasına yol açtı. Neyse ki bu sürdürülebilir olmayan yaklaşım, 2023 ortasından itibaren ekonomi yönetimindeki değişikliklerle birlikte yerini çok daha sağlıklı bir yönelime bırakmış durumda.
“Bugünkü enflasyon, hasar bakımından geçmiş enflasyonlardan çok farklı”
Geçen yılki öngörümüzü doğrulayacak şekilde, dezenflasyonu sağlamak için ekonomik büyümeden vermemiz gereken taviz düşündüğümüzden daha yüksek olabilir. OVP’nin odak noktasında yer alan ‘fiyat istikrarının tesisi’ konusuna gelirsek; mayısta yüzde 75 düzeyinde zirve yapan yıllık enflasyonun haziranda düşmeye başlamasıyla birlikte mevcut programın ‘geçiş süreci’ sona ererken ‘dezenflasyon sürecinin’ başladığı ilan edildi. Başta döviz kuru olmak üzere maliyet baskılarındaki hafifleme, temel mal fiyatlarının artışında önemli bir gevşeme sağlamış görünüyor. Diğer yandan, hizmet enflasyonunda ise katılığın kiralar öncülüğünde sürdüğü ve bu tarafta iyileşmenin daha gecikmeli olacağı anlaşılıyor. Genel beklenti ise enflasyonun bu yılı Merkez Bankası’nın tahmin aralığının üst bandı olan yüzde 42 dolayında kapatacağı yönünde. Tabii enflasyon demişken, bugünün enflasyonu ile çoğumuzun hatırlayacağı 70’li, 80’li, 90’lı yılların enflasyonunu karşılaştırmamak, karıştırmamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bugünkü enflasyonun, ekonomik olarak da sosyolojik olarak da ve daha önemlisi topluma kalıcı olarak bırakmış olduğu hasar bakımından da o yıllardaki enflasyondan çok daha farklı olduğunu kabul etmeliyiz. Bunu her geçen gün biraz daha çarpıcı bir şekilde görüyoruz. Kısacası bu enflasyon sosyolojik olarak çok daha farklı bir enflasyon.
“Etik ve ahlak kurallarında enflasyonun yarattığı tahribat kendini gösteriyor”
Her şeyden önce o günlerin Türkiye’sindeki tüketim kalıpları, tüketim harcamaları ve tüketimin çerçevesi çok dar ve kısıtlıydı. Bugün ise 2000’li yılların başından itibaren 100-150 milyar dolarlık bir Türkiye’den 1,2 trilyon dolara yaklaşan ve zenginleşen, buna bağlı olarak tüketim alışkanlıkları değişen, hayatın her alanında daha rahat borçlanmaya gidilen, risk alınan bir Türkiye’de yaşıyoruz. Ekonomisi daha küçük bir ülke sosyolojisinden, bugün zenginleşmiş bir toplumda böyle bir enflasyona yakalandığınız zaman, ekonomide oluşan tahribat ve bunun toplumda yarattığı hasar da daha büyük oluyor. Zaten bunun yansımalarını ve etkilerini, üretimden tüketime kadar hayatımızın her alanında görüyoruz. Fiyat istikrarından uzaklaştığımız, yüksek enflasyon ile yaşadığımız her geçen gün, bunun toplumdaki sosyolojik ve psikolojik etkileri daha da ağırlaşıyor. Çalışma dünyası ve günlük hayatın etik ve ahlak kurallarında bu enflasyonun yarattığı tahribat maalesef artarak kendini gösteriyor. Zaman zaman meclisimizde yaptığım konuşmalarda geçmişte bu konuda yaptığımız uyarıları hatırlatıyorum. Bugün o söylemlerimize ve uyarılarımıza değinmek istemiyorum. Ama o zamanki uyarıcı söylemlerimizin özünde işte bu vardı. Şimdi itiraf etmek gerekirse biz bu konuyu maalesef çok hafife almışız. Dahası bu sürecin başında işin nereye varabileceğine ilişkin söylemlerimize karşın, biz bile neticenin bu kadar ağır olacağını tahmin etmiyorduk. Bu nedenle bugün yeni ekonomi yönetimimizin bu konuda verdiği mücadelenin hiç ama hiç hafife alınmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ekonominin yeniden fiyat istikrarına kavuşması noktasında alınan kararları yerinde buluyor ve sonuçları için toplumun her kesimine sorumluluk düştüğünü söylüyoruz. Bu konunun normale döneceği günler için sabır ve fedakârlık göstermeliyiz."
“Kamuda tasarruf önlemlerine riayet edilmeli”
Kamuda tasarruf önlemlerine de dikkat çeken Bahçıvan şöyle devam etti:
"Çünkü artık enflasyonun kontrol edilmesi en zor olan kısmına, yani beklentilerin ve fiyatlama davranışlarının normalleşmesine odaklanacağız. Merkez Bankası’nın açıklamaları bize şunu gösteriyor: Önümüzdeki dönemin para politikası kararlarında, enflasyonun ana eğilimindeki düşüşün sürmesi ve özellikle 2025 yılı beklentilerinin istenen seviyelere yaklaşması belirleyici olacak. Bu noktada değinmemiz gereken bir diğer husus da maliye politikalarının dezenflasyon hedefiyle uyumu. Zira defaten belirttiğimiz üzere kamunun gerek harcama disiplini gerekse yapısal politikalarla bu mücadelede destekleyici olması gerekiyor. Son dönemde vergi oranlarında yapılan artışlara rağmen, ekonomik faaliyette yaşanacak yavaşlamanın vergi gelirlerini olumsuz etkileyebileceği gerçeği, temmuz ayı bütçe verilerinde ilk belirtilerini gösterdi. Dolayısıyla deprem bölgesinin yeniden inşası hariç olmak üzere kamuda tasarruf önlemlerine riayet edilmesi, kayıt dışılıkla mücadelede kalıcı kazanımlar elde edilmesi ve uzun süredir dile getirdiğimiz vergi reformları için adım atılması büyük önem arz ediyor.
“Sıkı para politikaları nedeniyle kaynağa erişim zor ve maliyetli”
Fakat bu süreçte, sık sık dile getirdiğimiz üretimde verimlilik ve teknoloji açığımızı kapatacak kapsamlı bir reform sürecine de odaklanmamız gerekiyor. Uygulanmakta olan maliye ve para politikaları, ancak eğitim, altyapı, iş gücü piyasası, teşvik sistemi gibi pek çok alanda bütüncül bir stratejik planlama ile tamamlanırsa gerçek anlamda bir başarı elde edilmiş olacaktır. Zira hem 2025’in hem de muhtemelen 2026’nın reel sektörümüz açısından çok da konforlu bir yatırım ve iş yapma ortamı vadettiğini söylememiz zor. Bu bağlamda, iş dünyamızın yakın geleceğe güvenle bakmasını temin edecek bir yaklaşımın korunması çok önemli. Sanayimizin büyük bir kısmı sadece uzun vadeli yatırımlar için değil, günlük faaliyetlerini sürdürmek için de yüklü finansman kaynağına ihtiyaç duyuyor. Ancak mevcut ekonomi politikalarının merkezinde yer alan sıkı para politikaları nedeniyle bu kaynağa erişim oldukça zor ve maliyetli hale gelmiş durumda. Yüzde 70’leri bulan ticari kredi maliyetleri ve miktarsal kısıtlamalar altında üretimi ve yatırımları sürdürmek kolay değil. Bugün yaşanmakta olan süreç, son OVP’de elde edilen başarı için özel sektörün büyük fedakârlıklar yaptığını ortaya koymaktadır. Bu fedakârlığın belli bir sınırı var. Dolayısıyla yeni OVP’de reel sektörün uzun yıllardır elde etmiş olduğu kazanımları riske sokmayacak, dayanma ve mücadele gücünün limitlerini zorlamayacak bir bakış açısının oluşturulması gerektiğini özellikle ifade etmek istiyorum".