(ANKARA) - CHP Isparta Milletvekili Hikmet Yalım Halıcı, "Ne yazık ki ne okullarımız ne de AKP iktidarının eğitim sistemini getirdiği koşullar öğrencilerimizin, velilerimizin, öğretmenlerimizin, idarecilerimizin ve eğitim çalışanlarının heyecanlarını, isteklerini ve ihtiyaçlarını karşılamaya hazır değildir. 22 yıllık AKP iktidarında eğitim sistemi bilerek ve isteyerek siyasallaştırılmış, iktidarın ideolojik hedefleri için araç haline getirilmiştir” dedi. CHP Muğla Milletvekili Gizem Özcan da “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adı verilen program geri çekilmelidir. ÇEDES protokolüne derhal son verilmelidir" diye konuştu.
CHP Isparta Milletvekili Hikmet Yalım Halıcı, Muğla Milletvekili Gizem Özcan ile Parti Meclisi Üyesi Armağan Erdoğan, 2024-2025 eğitim öğretim yılının başlaması dolayısıyla parti genel merkezinde basın toplantısı yaptı. Hikmet Yalım Halıcı, şöyle konuştu:
"Basın açıklamamıza başlarken dün Tunceli Ovacık ilçesinde zırhlı aracın devrilmesi sonucunda şehit olan kahraman askerlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Bugün arkadaşlarıyla sınıfında eğitim alması, tenefüslerde koşup oynaması ve tüm masumiyetiyle gülmesi gerekirken 19 gün aramanın ardından dün cansız bedeni bulunan ve defnedilecek olan Narin'e Allahtan rahmet diliyorum. Canilerin en ağır cezayı almasını diliyorum.
2 Eylül'de okul bahçesinde hayatını kaybeden Miray Arslan’a tekrar rahmet diliyoruz. MESEM'lerde çalışırken hayatını kaybeden çocuklarımız; 17 yaşındaki Alperen Enes Ural, 15 yaşındaki Erol Can Yavuz, 17 yaşındaki Murat Can Eryılmaz, 14 yaşındaki Arda Tonbul, 15 yaşındaki Ömer Çakar, 17 yaşındaki Ulaş Dumlu, 16 yaşındaki Zekai Dikici, 15 yaşındaki Alperen Kocayavuz, 16 Yaşındaki Eren Dağ ve hayatını kaybeden öğretmenlerimiz; İbrahim Oktugan ve Sibel Turan’a saygı ve özlemle anıyoruz. Yeterli önlemler alınıyor olsaydı bugün hepsi eğitim ailesinde yerini alacaktı. Çocukları korumak, onlara iyi yaşam koşulları sunmak yurttaş olarak da devlet olarak da en büyük görevimiz. Çocuğu koruyamayan AKP hükümeti her alandaki gibi burada yayın yasağı getirmeyi hedefliyor.
"Çocuklarımızın geleceği AKP’nin ve bakanlarının elinde oyuncak edilmiştir"
Bugün okullarımızda 2024-2025 eğitim-öğretim yılının ilk ders zili çaldı. Ne yazık ki ne okullarımız ne de AKP iktidarının eğitim sistemini getirdiği koşullar öğrencilerimizin, velilerimizin, öğretmenlerimizin, idarecilerimizin ve eğitim çalışanlarının heyecanlarını, isteklerini ve ihtiyaçlarını karşılamaya hazır değildir. 22 yıllık AKP iktidarında eğitim sistemi bilerek ve isteyerek siyasallaştırılmış, iktidarın ideolojik hedefleri için araç haline getirilmiştir. Bu süreçte, var olan sorunlar çözülmek yerine, yenileri eklenmiştir. 22 yılda dokuz milli eğitim bakanı değişmiş, bakanların ortalama ömrü iki buçuk yıl olmuştur. Her gelen bakan bir önceki sistemi eleştirmiş, yerle bir etmiş ve kendi ortaya attığı fikirleri apar topar uygulamaya koymuştur. Dokuz bakan toplamda irili ufaklı 18 sistem değişikliği yapmış, lise ve üniversiteye geçiş sınavları defalarca değiştirilmiştir. Hiçbir değişiklik etkisini değerlendirmeye yetecek kadar bile uygulamada kalamamıştır. Çocuklarımızın geleceği AKP’nin ve bakanlarının elinde oyuncak edilmiştir.
"Bir an önce eski programlara dönülmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz"
Bu yıl okul öncesi, 1., 5. ve 9. sınıf öğrencilerimiz ve öğretmenlerimiz bir eğitim programı olmaktan öte iktidarın çağ dışı eğitim manifestosu olma niteliğini taşıyan, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile döneme başlıyorlar. İhtiyaç analizi ve pilot çalışması yapılmamış, hazırlanma ve onaylanma süreci katılımcı ve şeffaf yürütülmemiş, kaynakçası, bilimsel dayanakları ve yazarları belli olmayan, tüm uzmanların karşı çıkmasına rağmen onaylanan bu modele karşı CHP olarak idari işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle Danıştay’da dava açtık. Öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin zamanı, emeği, parası AKP’nin siyasi hırsları nedeniyle daha fazla ziyan edilmeden bir an önce eski programlara dönülmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz.
"ÖMK'nın amacı öğretmenlerin diplomasını çalmaktır"
Öğretmenlerimiz bir yandan AKP iktidarının eğitimde yarattığı tahribatla mücadele etmeye çalışırken, bir yandan da kendi haklarına yapılan bir saldırıyla karşı karşıyadır. Öğretmenlik Mesleği Kanunu Teklifi geçtiğimiz dönem Meclis’e sunulmuş, partimizin milletvekillerinin gösterdiği başarılı muhalefet sonucunda görüşmeler ekim ayına ertelenmiştir. Teklif öğretmenlik mesleğini düzenleyecek nitelikte değildir; yalnızca atama bekleyen öğretmenleri elemek için hazırlanmıştır. Öğretmenlerin hakları tanımlanmamış, diğer eğitim çalışanlarıyla ilgili bir düzenleme yapılmamış, özel sektörde çalışan öğretmenlere yer verilmemiş, basamaklandırma sistemine çözüm sunulmamıştır. Amaç öğretmenlik mesleğinin itibarını yükseltmek, öğretmenlerimizin ve eğitim bileşenlerinin haklarını tanımlamak değil; öğretmenlerin diplomasını çalmaktır.
Üstelik bu yıl okullarımız yeni öğretmen ataması yapılmadan açılmıştır; okullarımızda öğretmen ihtiyacı devam etmektedir. Bakan Yusuf Tekin, 2 Eylül’de yaptığı açıklamada 'İhtiyacımız açısından şu anda yüzde 95'e yakın öğretmen normumuz dolu' dedi. Bakanın ifadesine ve MEB istatistiklerine göre 48 bin 700 öğretmen ihtiyacı bulunuyor. Ancak 2023-2024 eğitim öğretim yılında valiliklerden alınan bilgiye göre 91 bin norm açığı bulunuyor. Geçtiğimiz yıl ise 85 bin ücretli öğretmen görevlendirildi. Veriler arasındaki tutarsızlıklar sürüyor. Bakanın açıklamasını doğru kabul etsek dahi bu yıl yapılacak olan 20 bin atama ile bu açığın kapatılamayacağı ortadadır. Bu açıklamaya dayalı olarak bu yıl en az 50 bin öğretmen ataması yapılmadığı takdirde öğrenciler öğretmensiz, öğretmenler ise öğrencisiz kalacaktır. Öğretmen açığı yine ücretli öğretmenlik adı verilen emek sömürü sistemi ile kapatılmaya çalışılacaktır. Oysa AKP iktidarının seçim dönemlerinde vaatler verdiği KPSS mağdurları, engelli öğretmenler, memur öğretmenler, norm kadro sözü verilen PDR’ciler, çifte mağduriyet yaşayan depremzede öğretmenler, ek atama sözü verilen öğretmenler kendilerine verilen sözlerin tutulmasını bekliyor. AKP iktidarı bol keseden vaatler veriyor, ancak sözünü tutma noktasında hiçbir faaliyet göstermiyor.
"Okullarımıza temizlik ve güvenlik görevlisi ataması da yapılmamıştır"
Öğretmen ataması gibi, okullar açılmasına rağmen okullarımıza temizlik ve güvenlik görevlisi ataması da yapılmamıştır. Okulların ve çevresinin temizliğinin ve güvenliğinin sağlanması sorumluluğu da okullara, dolayısıyla okul-aile birliklerine, dolayısıyla da velilere bırakılmıştır. Okulların kadrolu bir güvenlik görevlisi yoktur. Devlet okullarında 613 bin 785 derslik bulunmaktadır. 10 dersliğe bir temizlik görevlisi ataması yapılması gerektiği göz önüne alındığında yaklaşık 65 bin temizlik görevlisine ihtiyaç olduğu ortaya çıkmaktadır. Son düzenlemelerden anlaşıldığı kadarıyla bu ihtiyaçların İşgücü Uyum Programı kapsamında giderilmesi planlanmaktadır. Haftada üç gün çalışma süresi ile okullarımızın temizlenmesi veya güvenliğinin sağlanması mümkün değildir. MEB tarafından sadece liselere bütçe gönderilmekte, ilk ve ortaokulların ise sadece elektrik, su ve ısınma giderleri karşılanmaktadır. Bin öğrencisi olan okulların en az 5-6 temizlik görevlisi ihtiyacı olduğu ve sadece temizlik personeli için aylık yaklaşık 150 bin lira ödeme yapması gerektiği düşünüldüğünde merkezi bütçeden aktarılan kaynak ile değil öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanması, okulların yeterli personel istihdam edebilmesi ve temizlenebilmesi dahi mümkün değildir. Okul yöneticileri bütçe olmadığı için velilerden bağış talep etmektedir. Okullarda yeterli bütçe olamadığı için küçük tadilat ve temizlik işlerini yaptırabilmek için yöneticiler zorunlu bağış almakta ya da kendi imkanlarıyla okulları eğitim-öğretime hazır hale getirmeye çalışmaktadır. Milli Eğitim Bakanı 'okul yöneticilerinin (bağış alma) bir hakkı yok' demek yerine okul bütçelerini oluşturmalıdır.
"MEB’in bütçesinin artırılması gerekmektedir"
Zorunlu eğitim kapsamında, devlet okullarında örgün eğitim içerisinde 15 milyon 887 bin 296 öğrenci vardır. MEB'in bütçesi ise 1 trilyon 92 milyar 129 milyon 668 bin TL'dir. Okullara her eğitim öğretim yılının başında eğitim öğretime hazırlık amacı ile öğrenci başına en az bin lira bütçe gönderilmelidir. Öğrenci başına bin lira gönderildiği takdirde MEB'in bütçesinin sadece 15,88 milyar lirası (yüzde 1,45) kullanılmış olacaktır. MEB bütçesi yıllar içinde giderek erimiş, yalnızca personel bütçesine dönmüştür. 2016 yılından bu yana MEB bütçesinin merkezi yönetim bütçesi içerisindeki payı giderek azalmıştır. 2016 yılında MEB’in payı yüzde 13,38 iken 2024 yılında bu oran yüzde 9,84’e gerilemiştir. Aynı şekilde 2016 yılında MEB bütçesinin GSYH’ye oranı yüzde 2,93’iken 2023 yılında bu oran yüzde 2,65’e gerilemiştir. MEB bütçesinin yüzde 81’i personel giderleri için harcanmaktadır. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17,18 iken, 2024 yılı itibariyle bu oran yüzde 9,15’e gerilemiştir. MEB’in bütçesinin artırılması gerekmektedir.
"2024 yılında göreve başlayan öğretmen 41 bin lira olan maaşı ile dokuz çeyrek altın alabilmektedir"
Bakan’ın 'fonluyoruz' dediği öğretmenler yoksulluk sınırının altında ücretlerle çalışmaktadır. 2002 yılında yeni göreve başlayan öğretmen 540 lira olan maaşı ile 17 çeyrek altın alabilirken, 2024 yılında göreve başlayan öğretmen 41 bin lira olan maşı ile dokuz çeyrek altın alabilmektedir. Ayrıca 2002 yılında öğretmenler maaşlarının yüzde 32,4’ü kadar (175 lira) eğitim öğretim yılına hazırlık ödeneği alırken, 2024 yılında maaşlarının yüzde 9,9’u kadar (4 bin 85 lira) eğitim öğretim yılına hazırlık ödeneği almaktadırlar. Öğretmenler bu ödenekle hangi ihtiyaçlarını karşılayabilir? Öğretmenin ihtiyaçlarını karşılamayan bir iktidar nitelikli eğitime nasıl erişebilir? Üstelik eğitim öğretim yılına hazırlık ödeneği sadece öğretmenlere ödenmektedir. Oysa bu ödenek tüm eğitim çalışanlarına verilmelidir."
"Parası olmayan çocuklarımız hijyenik olmayan koşullarda musluktan akan suları içmek durumunda kalmaktadır"
Armağan Erdoğan da şunları söyledi:
"22 yılda eğitimin genel sorunları artan bir şekilde derinleşirken AKP iktidarı çocuklarımıza okullarımızda bir öğün yemek verecek bütçeyi dahi ayırmamıştır. Ülke genelinde okul yemeği tüm öğrenciler için temel bir hak ve talep iken, okul öncesi eğitimdeki okul yemeği uygulaması yalnızca bir dönem uygulandıktan sonra kaldırılmıştır. Okul yemeği uygulaması eğitime eşit erişim sağlaması, özellikle dezavantajlı çocukların okula devamlılığını artırması, çocukların sağlıklı büyümelerinin temini, ailelerin üzerindeki maddi yükü azaltması gibi çok sayıda faydası varken, her kademede çocuklarımıza en az bir öğün yemek verilmesinin önemi ortadayken, Bakanlık sadece okul öncesiyle sınırlı olan programı bile iptal etti. Çocuklarımıza bir öğün yemek verilemediği gibi, çocukların saatlerini geçirdiği okullarda bir bardak temiz içme suyuna dahi erişimi yoktur. Çocuklarımız sularını evden getirmekte, suyu bittiğinde ise kantinden parayla su almak durumunda kalmaktadır. Parası olmayan çocuklarımız ise ya susuz kalmakta ya da hijyenik olmayan koşullarda musluktan akan suları içmek durumunda kalmaktadır.
Devlet okullarında örgün eğitim kapsamında 15 milyon 887 bin 296 öğrencimiz bulunmaktadır. Bu öğrencilerin 1 milyon 165 bini taşımalı eğitim kapsamında, 284 bin 34’ü ise yatılı ve pansiyonlu okullarda öğle yemeğine erişebilmektedir. Geriye kalan 14 milyon 438 bin 262 öğrencimize ise okullarda öğle yemeği verilmemektedir. Milli Eğitim Bakanı artık okul zilinin çocuklarımızın midesinde çaldığını görmelidir. Çocuklarımızın fiziksel ve zihinsel gelişimi ve akademik başarıları için öğünlerini tam yemelidirler. Güvenli ve ihtiyaçlarına yönelik düzenlenmiş okullarda, çağın gerektirdiği bilgi, beceri ve yetkinliklerle donatılmaları çocuklarımız, aileleri ve ülkemizin geleceği için önemlidir. Okuduğunu anlayamayan, temel bilim, teknoloji, matematik bilgilerini yeterince öğrenmeyen, yaratıcı yazılar yazamayan, müzik, resim, spora zaman bulamayan, karanlıkta evden çıkıp, zamanının büyük kısmını yolda geçirmek zorunda kalan, test sınavlarıyla ezberci bir eğitim yaklaşımına kısıtlanan çocuklarımız için sistemin çocuğun üstün yararını gözeterek ve uygun bütçeyle desteklenerek değişmesi gerektiğini buradan bir kez daha hatırlatıyoruz.
"Eğitime dair harcamalarda aile bütçesini yakan bir fiyat artışı var"
Bugün okul zili çalarken eğitime dair harcamalarda aile bütçesini yakan bir fiyat artışı olduğunu, okula giden çocuğu olan tüm aileler bugünlerde en derinden yaşıyor. Birleşik Kamu-İş’in yaptığı Okula Başlama Maliyetleri Araştırması’na göre; 2023 yılına kıyasla, 2024 yılında okula başlama maliyetleri okul öncesi düzeyde yüzde 98,9; ilkokul düzeyinde yüzde 84,25; ortaokul düzeyinde yüzde 91,91; lise düzeyinde ise yüzde 80,46 oranında artmıştır. Tüm kademelerde ortalama artış yüzde 88,8 olmuştur. Asgari ücretle hayatını devam ettiren bir aile, ilkokula başlayan çocuğu için, bir aylık maaşından fazlasını, en düşük maaş alan memur ise maaşının yarısını okul masrafı olarak harcamak zorunda kalmaktadır. Birden fazla çocuğu okula giden ailelerde bu durum katlanarak artmaktadır.
Öte yandan tüm çocukları için sunulması gereken eşit ve ücretsiz eğitim hakkı AKP iktidarında satın alınması gereken bir hizmet haline dönüşmüştür. Kamusal ve parasız nitelikli eğitim alma hakkı bitirilmiştir. Sürekli değiştirilen sınav sistemleri, kamu okullarında yaşanan nitelik kaybı, okullarda yaşanan güvenlik ve hijyen eksikliği, kalabalık sınıf mevcutları, öğretmen eksikliği gibi sorunlar aileleri özel okullara mecbur hale getirmiştir. Çocuklarının nitelikli, bilimsel ve laik eğitim almasını isteyen veliler çareyi özel okullarda bulmaktadır. Bu durum devlet okulları, toplumun en yoksul ve çaresiz kesimlerinin çocuklarının AKP’nin eğitim politikalarına doğrudan maruz kaldığı mekanlara dönüşmüştür. 4 artı 4 artı 4 sistemi öncesinde 4 bin 664 olan özel öğretim kurumu sayısı 14 bin 281’e, 535 bin 788 olan öğrenci sayısı ise 1 milyon 670 bin 729'a yükselmiştir. Özel okul sayısındaki artış oranı yüzde 206 olarak gerçekleşmiştir. Öğrenci sayısı ise yüzde 211 oranında artmıştır.
"CHP olarak öğrencilerin nitelikli eğitim almasını istiyoruz"
Özel okul ücretlerine yapılan fahiş zamlar neredeyse araba fiyatına yaklaşan okul ücretleri orta gelirli ailelerin bütçelerini sarsacak hale gelmiştir. Üzerine eklenen kitap, yemek, servis, kıyafet, etüt gibi ekstra ücretlerle aileler özel okulların ücretlerini de karşılayamayacakları bir noktaya gelmiştir. Nitelikli eğitime erişim hakkı hem devlet okullarında hem özel okullarda toplumun küçük bir kesiminin erişebileceği bir ayrıcalığa dönüşmüştür. Bu duruma müdahale etmeyen Bakan özel okulların da haklarının korunması gerektiğini, çoğu okulda fahiş ücretlerin olmadığını, pandemide özel okulların zor duruma düştüğünü, ekstra ücretlerle ilgili denetlemelerin sadece Milli Eğitim Bakanlığıyla ilgili olmadığını söyleyerek milyonlarca öğrenci ve aile için çözüm bekleyen bir sorunu daha görmezden gelmektedir. Oysa Türkiye, yükseköğretim öncesi kademelerde eğitim kurumlarına yapılan harcamalar içinde özel harcamaların payının en yüksek olduğu OECD ülkesidir. Eğitim kurumlarına yapılan özel harcamaların bir kısmını hane halkının yaptığı harcamalar oluşturmaktadır. OECD ülkeleri ortalamasında yükseköğretim öncesi kademeler için hane halkının yaptığı harcamaların payı yüzde 6,8’dir. Sayın Bakan’ın sık sık örnek gösterdiği Finlandiya, Norveç ve İsveç’te hane halkı harcamalarının payı yüzde 1,0’in altındadır. Türkiye ise yüzde 15,4 oranıyla Kolombiya (yüzde 19,5) ve Şili’den (yüzde 17,2) sonra hane halkı harcamaları payının en yüksek olduğu üçüncü OECD ülkesidir. Öte yandan özel sektörde çalışan öğretmenler asgari ücretle, belirli süreli sözleşmelerle, güvencesiz çalıştırılmaktadır. Taban ücreti düzenleyen maddenin kaldırılması ile birlikte özel öğretim kurumlarında çalışan eğitim emekçileri okul sahibi patronların insafına terk edilmiştir. Sayın Bakan aynı tutumunu özel okullarda çalışan öğretmenlerin haklarıyla ilgili de sürdürmektedir. Bakan Tekin bu konuda sorulan bir soruya da 'Taban ücretle ilgili yasal düzenlemeye gerek yok. Özel okul sahipleri bu konuda söz verdiler, sözlerini tutacaklardır' şeklinde yanıt vermiştir. Yasal bir dayanağa oturtulmayan, ricayla, söz alarak yürütülen bir kamu yönetim anlayışı olamaz. CHP olarak öğrencilerin nitelikli eğitim almasını istiyoruz, özel okullarda çalışan eğitim emekçilerinin haklarını savunuyoruz ve velilerin dünyada eğitime en fazla bütçe ayırmak zorunda kalmasını doğru bulmadığımızı ısrarla söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz ve bu yolda çalışıyoruz.
"2024 yılının ilk yedi ayında MESEM programı kapsamında dokuz çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiştir"
Gizem Özcan ise şöyle konuştu:
AKP iktidarında mesleki ve teknik eğitimin itibarı da giderek zedelenmiş, eğitimin niteliği düşürülmüş, bu okullar öğrenciler tarafından tercih edilmez hale gelmiştir. Mesleki ve teknik eğitim kurumları sosyoekonomik olarak dezavantajlı kesimlerden gelen, akademik başarısı düşük öğrencilerin kayıt yaptırıldığı okullar haline gelmiştir. '4 gün işe 1 gün okula' diye yoksul ailelerin çocuklarına tek alternatif haline getirilen MESEM’ler çocuklarımızın devlet eliyle ucuz ve güvencesiz işgücü olarak kullanıldığı, çocuklarımızın yaralandığı ve öldüğü bir projeye dönüşmüştür. İSİG meclisi verilerine göre, 2024 yılının ilk yedi ayında MESEM programı kapsamında dokuz çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiştir.
AKP iktidarında imam-hatip okullarının sayısı da plansız ve programsız bir şekilde artırılmış, eğitim sistemi içerisinde kapladığı alan genişletilmiştir. 2002 yılında 450 olan imam-hatip lisesi sayısı bin 714’e, 71 bin olan öğrenci sayısı ise 476 bin 739’a yükselmiştir. Okul sayısı yüzde 280, öğrenci sayısı ise yüzde 570 oranında artmıştır. 4 artı 4 artı 4 eğitim modelinin uygulanmasıyla hiçbir okul türüne ait ortaokul kademesi yokken imam hatip ortaokulları yeniden açılmıştır. 2012-2013 eğitim öğretim yılında bin 99 okul açılmış ve bu okullara 94 bin 467 öğrencinin kaydı yapılmıştır. 2023 yılına geldiğimizde okul sayısı 3 bin 432’ye öğrenci sayısı ise 695 bin 499’a yükselmiştir. Okul sayısı 2012-13 eğitim öğretim yılından bu yana yüzde 212, öğrenci sayısı ise yüzde 632 oranında artmıştır. İmam-hatip okullarının yanı sıra Bakanlık ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında değerler eğitimi, personel eğitimi gibi çok sayıda protokol imzalanmıştır. 'Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi İş Birliği Protokolü' kısa adıyla ÇEDES protokolüyle din görevlileri okullarda manevi danışman olarak görevlendirilmiş, çocuklara yaşlarına ve gelişimlerine uygun olmayan etkinlikler yaptırılmıştır. AKP iktidarlarında, Diyanet İşleri Başkanlığı, en az Milli Eğitim Bakanlığı kadar eğitimin içinde var olan bir eğitim kurumu haline gelmiştir.
"1,2 milyon öğrencimiz taşımalı eğitim kapsamındaki okullara gitmek zorunda bırakılmıştır"
Köy okullarının kapatılması, okullar arasındaki nitelik farkının artması gibi sebeplerden dolayı milyonlarca öğrencimiz okula ulaşmak için her gün saatlerini yollarda geçirmek zorunda kalmıştır. 2014-15 eğitim öğretim yılında 15.397 okul taşınırken 2022-2023 eğitim öğretim yılında 18 bin 291 okul taşınır olmuştur. Her gün 1,2 milyon öğrencimiz taşımalı eğitim kapsamındaki okullara gitmek zorunda bırakılmıştır. Son yapılan düzenlemeyle birlikte 30 km üzerindeki mesafelerde taşımalı eğitim sonlandırılmış, öğrenciler yatılı okullara yönlendirilmiştir. Köy okullarını açmak, öğrencilerin yaşadığı yerde okula gitmesini sağlamak yerine, taşınan öğrenci sayısını düşürmek için böyle bir düzenlemeye başvurulmuştur. MEB verilerine baktığımızda, 2002 eğitim öğretim yılında köylerde 32 bin 401 okul, 3 milyon 275 bin 579 öğrenci bulunmaktaydı. 22 yılın ardından 2023 yılında köylerdeki okul sayısı 13 bin 969’a öğrenci sayısı ise 623 bin 902’ye gerilemiştir. AKP iktidarında 18 bin 432 köy okulu kapatılmıştır.
"AKP iktidarı okulların fiziki koşullarını iyileştirmek bir yana, yeterli sayıda okul yapmayı bile başaramamıştır"
Deprem bölgesinde yıkılan okulların yerine yenileri hala yapılamamış ve çok sayıda okulda birleştirilmiş okul uygulamasına devam edilmektedir. Deprem bölgesinin dışındaki illerde de çeşitli nedenlerle okul binası kullanılamaz hale gelen ve bu nedenle başka okullarla aynı binada, eksik ders saatleriyle eğitimi sürdürmeye çalışan çok sayıda okul bulunmaktadır. AKP iktidarı okulların fiziki koşullarını iyileştirmek bir yana, yeterli sayıda okul yapmayı bile başaramamıştır. Deprem bölgesi illerini gidip dolaştık, oradaki STK’larla, sivil toplumla, valilerle bir araya geldik, buradaki sorunları gün be gün dile getirdik. Seçim vaadi olarak bir yılda biteceği vadedilmesine rağmen kalıcı konutlarını alanların sayısı yüzde 10'ların altında. Kalıcı konutlarına yerleşen ailelerin çocukları ise okul sisteminde kayıtlı gözükmüyorlar. Bugün itibariyle Adıyaman’da konteynerlerden okullara geçen çocuklarına okul bulmaya çalışıyorlar. AKP her zamanki gibi okullar açılırken sorunlar yumağını okulların, velilerin kucağına bırakmış durumdadır.
"Yönetici kadrolar devletin çalışanı değil AKP’nin çalışanı haline getirilmiştir"
22 yıllık AKP dönemi iktidarı genel olarak Cumhuriyetle ve onun ulusal egemenlik anlayışıyla savaş halinde geçmiştir. Laik ve bilimsel eğitimden giderek uzaklaşılmıştır. Yönetici kadrolar devletin çalışanı değil AKP’nin çalışanı haline getirilmiştir. Liyakatsiz kadrolaşma, mevzuat ve program değişiklikleri, protokol ve özel teşviklerle dini tarikatlarla ilişkili vakıf ve derneklerin eğitimin paydaşı yapılması, Diyanet İşleri Başkanlığının eğitim-öğretim faaliyetlerinin daha fazla içine alınması yoluyla eğitim dinselleştirilmiştir. Tüm kademelerde, tüm paydaşlar için eğitim her geçen gün daha kötüye gitmektedir. Okul öncesinden yükseköğretime kadar eğitimin niteliği her geçen yıl biraz daha düşmüştür. PISA 2022’de, Türkiye tüm branşlarda OECD ülkelerinin ortalamasının altında bir performans sergilemiştir.
Ülkemizin kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurucusu, başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı esnasında Maarif Kongresi'ni toplayarak eğitimin ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Bundan 100 yıl önce, savaş günlerinde, koşullar elvermese dahi eğitimin önemine vurgu yapan Atamızın izinde, biz de eğitim sistemimizi bugünden daha iyiye götürmek, 22 yıllık iktidarın açtığı yaraları sarmak için canla başla çalışacağız. Bugün partimizin 101'nci yıl dönümü. Kuruluşun ve kurtuluşun partisi olmanın verdiği inanç ve sorumlulukla çocuğun ve gencin üstün yararını gözeten, nitelikli, laik, bilimsel, kamusal ve erişilebilir bir eğitim için mücadele etmeye, Cumhuriyet aydınlanmasından aldığımız ilhamla çalışmaya devam edeceğiz.
"Milli Eğitim Bakanlığı ideolojik çatışma alanı olmaktan çıkarılmalıdır"
Eğitim sisteminde acilen yapılması gerekenler şunlardır; Milli Eğitim Bakanlığı ideolojik çatışma alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adı verilen program geri çekilmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi okullarımızın, öğretmenlerimizin ve çocuklarımızın ihtiyacını karşılayacak oranda artırılmalı ve okul bütçeleri oluşturulmalıdır. Okul öncesi eğitim en az bir yıl zorunlu ve tamamen ücretsiz olmalıdır. Tüm kademelerde tam gün eğitime geçilmelidir. Taşımalı eğitim uygulamasına son verilmeli, yatılı okulların şartları iyileştirilerek okula erişimi olmayan çocuklarımız bu okullara yönlendirilmelidir. Köy okulları ihtiyaç doğrultusunda tekrar açılmalıdır. Her okulun ihtiyacını karşılayacak ayıda kadrolu güvenlik, temizlik görevlisi ve teknik personel ataması yapılmalıdır. Her okulda en az bir sağlık personeli olmalıdır. Devlet okullarındaki öğrencilere ücretsiz süt, su ve öğle yemeği verilmelidir. Gerçek öğretmen ihtiyacı sayısı kadar öğretmen ataması yapılmalıdır. Atamalarda mülakat uygulamasına son verilmelidir. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik adı altında yapılan emek sömürü derhal sonlandırılmalıdır. Özel okul öğretmenleri için taban maaş düzenlemesi yapılmalıdır. Öğretmen maaşları yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalıdır. Eğitim yöneticilerinin liyakat esasına göre atanması sağlanmalıdır.
ÇEDES protokolüne derhal son verilmelidir. Eğitim sistemimiz tarikat ve cemaatlerin uzantılarından kurtarılmalıdır. Talim ve Terbiye Kurulu bağımsız ve bilimsel esaslarda hareket eden bir kurul olmalıdır. Deprem bölgesindeki yeni okulların yapımı bir an önce tamamlanmalı, birleştirilmiş okul uygulamasına son verilmelidir. Bölgede çalışan öğretmenlerin mağduriyetleri giderilmelidir. Kademeler arası geçişte uygulanan sınavlar, öğrenciler arasındaki eşitsizlikleri artıracak değil azaltacak şekilde düzenlenmelidir. Öğretmenlik Mesleği Kanunu’nun adı altında sunulan, öğretmenlerin itibarını artırmak ve haklarını tanımlamak yerine, öğretmenlerin diplomasını çalmaya niyetlenen kanundan vazgeçilmelidir. Yükseköğretim sistemi içinde yer alan üst kuruluşların görev ve sorumlulukları, üniversite özerkliği, hesap verebilirlik ve saydamlık ilkeleri doğrultusunda yeniden düzenlenmelidir."